Astrolojinin Bilimsel Temeli Üzerine Bir Çalışma

Önemli Not: Dilerseniz bu sayfaya abone olarak gönderileri erkenden okuyabilirsiniz!

Geçtiğimiz günlerde ilginç bir mail aldım. Bir danışanımın aracılığıyla bana gelen mesajda, İstanbul Üniversitesi, İşletme Yönetimi ve Organizasyonu üzerine doktora çalışması yapan Atilla Başlar, Bilim Felsefesi dersi için hazırladığı ödevi paylaşmış. Ödevin içeriği, Astroloji üzerine. Son derece aydınlatıcı bilgilerle dolu bir çalışma olmuş.  Yazıyı olduğu gibi aşağıda paylaşıyorum. Astroloji ve bilimsel gerçekler arasında ki bağlantıları okuyunca çok şaşıracağınızı ve aynı zamanda keyif alacağınızı tahmin ediyorum. Belki de yazıyı okuyunca astrolojiyle alakalı zihninizdeki pek çok soruya cevap bulacaksınız? 
Sevgili Atilla Başlar’a biz astroloji meraklılarını aydınlattığı için buradan tekrar teşekkür ediyorum. 
İyi okumalar…
KONU: 
KADERİN TEKNOLOJİSİ: Astrolojinin Bilimsel Temeli Üzerine Bir Çalışma
MAYIS 2010
Astrolojinin bilimsel bir yapısı olabileceği düşüncesi, Nisan 2002’de yaşamış olduğum beyin kanaması ile başladı. Hastalandıktan sonra evde yıldızları seyrederek geçirdiğim 9-10 ay süresince kendimi dinledim, yıldızları seyrettim, şu soruya cevap bulmaya çalıştım: ”Yaratıcı, evreni nasıl idare ediyor?”  ve aşağıda anlatacaklarımı çeşitli bilimsel kaynaklardan adeta lego birleştirir gibi elde ederek toparladım.
2000’de okuduğum bir ekonomi makalesinde, Reich adlı ekonomistin şöyle bir savı bulunmaktaydı: Girişimciliği ekonomik teoriye entegre edebilmek, kaos teorisi ve kuantum fiziği gibi bilimlerin gelişmesi ve bunların katkılarıyla gerçekleşebilir. Kuantum teorisini o günden beri hem merak ettim, hem de anlamaya çalıştım.
Nekahet döneminde evde dinlenirken önce Kuantum fiziğiyle ilgili internette araştırma yaptım. Sonra da TÜBİTAK‘ın kitaplarını okudum. Stefan Wienberg’in evrenin nasıl yaratıldığını anlatmaya çalıştığı, Big Bangi anlatan “İlk Üç Dakikası“nı, sonra Alan Ligtman’ın “Yıldızlar Zamanı” adlı kitabını. Derken “Evrenin Şiiri” ve Kuantum Fiziğindeki son gelişmeleri anlatan “Maddenin Son Yapıtaşları“.
Elektromanyetik gücün özelliklerini ve mıknatısları öğrendim.
Tüm bunları okurken “ışık“ta, yani elektromanyetik güçte tuhaf bir  şeyler olduğunu düşünmeye başladım. Kuantum fiziğini tarihçesiyle beraber anlatan bir web sitesinde, Kirchoff’un ilginç teorisiyle karşılaştım. 1856’da Rus bilim adamı Kirchoff Kara Cisim Işınımı Teorisi“ni ortaya attığında bunun nelere sebep olabileceğini eminim hayal bile etmemişti. Bu teori evrendeki her ama her cismin, kara bile olsa, bir tür ışık yaydığını ortaya koymuş zamanında. Ardından, bilim adamları “ışığın” ne olduğunu anlamaya çalışmışlar, parçacık mı yoksa dalga mı? Einstein’ın birçok çalışması bu konudaydı. Işıkta bir şeyler olduğunu belliydi. Çünkü hem günümüz fiberoptik teknolojisi hem de bilgisayarlardaki CD teknolojisi ışıkla bilginin bir yerden bir yere iletilebildiğini ve bilgi depolandığını kanıtlamıştı.
Ardından şu soru aklıma geldi: “Eğer ışıkla bir yerden bir yere bilgi aktarılabiliyorsa veya depolanabiliyorsa, o zaman güneşten gelen ışık sadece ışık mıdır?” Hayır diyemedim, olabilirdi. Işık, güneşten bize gelirken, sadece ışık olarak gelmiyor, UV ışınları, infrared gibi diğer elektromanyetik dalga boyları da bize ulaşıyor. Nitekim, güneş ışığında “notrino” var, henüz ne işe yaradığı bilinmeyen atom-altı bir parçaçık. Japon bilim adamları, notrinoyu ağır suda, kullanılmayan bir madende yaptıkları bir deneyle çok kısa bir süreliğine tespit etmişler. Yani kütlesiz madde de var aslında güneş yıldızından gelen ışıkta. Teknolojik imkanlar bu gibi bilgileri yavaş yavaş ortaya çıkarabiliyor. 
Görünen ışık, onu algılayabilen aygıtımızı, yani gözümüzü etkiliyor, güneş ışığının görünmeyen kısımlarından UV ışınları, çok fazla olduğunda tenimizi yakıyor. Infrared ise, hemen ısıtıveriyor.  Kışın ortaya çıkan güneş, infrared ışınlarıyla hemen bizi ısıtıyor, bulutların arkasına geçip kaybolunca üşüyoruz hemen. Eğer, UV, infrared bize ulaşıyorsa ve notrino diye henüz ne işe yaradığı bilinmeyen bir parçacık bize geliyorsa güneşle, o zaman sadece “ışık” geliyor diyemiyoruz, “bilgi” de geliyor olabilir, nitekim fiberoptik kablo teknolojisi var gözümüzün önünde, aynı anda, 20’den fazla telefon konuşması, yani bilgi, incecik bir cam kablo içinden ışığa bindirilerek uzaklara bilgi taşıyabiliyor.
Sonra TUBİTAK’ın kuantum fiziği konusundaki kitaplarından biri olan “Maddenin Son Yapıtaşları” adlı kitabını okurken bir tablo çıktı karşıma. Elektromanyetik kuvvetin özellikleri tablosu. Özelliklerden birisi çok ilginçti, “Elektromanyetik kuvvetin menzili yıldızlararasıdır” diyordu. Işık da elektromanyetik kuvvetin sadece çok küçük bir kısmı olduğuna göre aynı özellik ışık için de geçerliydi. Bu nitekim birçok yıldızın ışığı dünyamıza ulaşıyordu. İlginç olan ise yıldızlar sadece görünen ışığı değil, elektromanyetik gücün diğer türleri olan radyo, mikrodalga, kızılötesi, morötesi, radyasyon da dünyaya geliyor. Gözümüzü görünen ışık etkilerken, o ışık demetiyle gelen, elektromanyetik ışınım, bizi etkiliyor, gözümüzü etkilediği gibi. Ama nasıl?
Örneğin, okyanus kıyısında gelgite sebep olan Ay, eğer 100-150 metre kocaman okyanusun suyunu çekip sonra da itebiliyorsa, % 70’i su olan vücüdumuzu da etkiler, çeker, iter. Yerçekiminin henüz kanıtlanmamış, teorik parçacığı gluon ile bunu başarabilir.
Işık, uzayda, galaksiler arası mesafelerde yol alırken, düz gidemez, eğrilirmiş. Işığın bile düz gidemediğini bir evrendeysek, o zaman matematikteki “doğru”, ne kadar doğru bir kavram? Doğru bile aslında düz değil. Nitekim, bunun farkına varan Lobachevsky, yazdığı matematiksel metrik sayesinde, evrenin geometrisinin kurallarını ortaya koymaya çalışmış. Örneğin, bir üçgenin iç açıları toplamı, Euklid geometrisinde 180 dereceyken, Lobachevsky’e göre, 180’den daha büyük. Galaksiler arası mesafede düz gittiğinizi zannedip aslında eğri bir yol çizersiniz diye düşünmüş Lobachevsky ve kendi metriğini yazmış. Nitekim, Einstein, bu metrik üzerine kendi izafiyet teorilerini inşa etmiş.
Her neyse, demek ki sadece ışıkta değil ama elektromanyetik güçte bir numara vardı. Ama halen zincirin halkaları tamam değildi. Bir şeyler eksikti.
Derken bir gün bir arkadaşım John F. Rates diye bir ABDli tıp doktorunun “Kullanıcının Beyin El Kitabı” (A User’s Guide To The Brain) adlı kitabının İngilizcesini verdi. “Yaşadığın hastalık çok önemli birşeydi, al şunu oku” dedi. Kitabın”6. His” adlı bölümünü okurken çok ilginç bir bilimsel çalışmayla karşılaştım. Bu bölümde bal arıları ve posta güvercinlerinin beyinlerinde yapılan bir bilimsel araştırmadan bahsediyordu. Araştırma sonucunda, bu hayvanların beyninde -sıkı durun- küçük mıknatıscıklar bulunduğu ortaya çıkmıştı. Devam eden bölümde aynı araştırmanın insan beyninde de yapıldığı, aynı mıknatışcıklardan insanda da bulunduğu ancak ne işe yaradığının henüz bilinmediği yazıyordu. Bunu okuyunca şok olmuştum. Zincirin halkaları tamamlanmıştı. Yıldızlardan gelen elektromanyetik ışınlar demek ki insan beynindeki mıknatıslara bir şekilde etki ediyor yani biz insanları etkiliyordu. Kaderin teknolojisi buydu demek.
Tüm bunları İstanbul Üniversitesi Nükleer Fizik Anabilim Dalı Profesölerinden Adnan Taymaz’la da paylaştım. Çok şaşırdı. Hatta, mıknatısın bir özelliğini anlattı. Herhangi bir mıknatısın, elektromanyetik özelliği sökülemezmiş. Çekiçle alıp küçültüp, günlerce dövülse, küçültülse bile elektromanyetizması kaybolmazmış. Adnan Taymaz hoca şöyle demişti: “Mıknatısla elektromanyetik güç, yapışık kardeş gibidir”.
Legolar böylece tamamlanmıştı. Yıldızlardan gelen elektromanyetik güç, bizim beynimizdeki yapışık kardeşlerini, yani mıknatıscıkları etkileyerek bizim düşüncemizi, hareketlerimizi etkiliyor. Henüz bunun mekanizmasının bulunması, mevcut teknolojiyle mümkün değil. Yine TÜBİTAK’ın bir yayını olan “Şaşırtan Varsayım” adlı kitapta da yazarın dediği gibi (İnsan bedeninde ruhun nerede olduğu sorusuna cevap bulmaya çalışan bir kitap) atom-altı parçacıkların birbirleri arasındaki çekim yasalarını ortaya çıkaracak olan teknoloji bulunduktan bu ortaya çıkmaya başlayabilir. “Şaşırtan Varsayım” insan ruhunun bedendeki yerinin bu gelişmeden sonra bulunabileceğini tahmin ediyor. Atom-altı parçacıklar o kadar küçük ki, onları görmek için kullanılan ışığın parçacığı, bu parçacıklarla aynı büyüklüklerde olduklarından gerçek görülemiyor, elektron mikroskopu gönderdiği foton parçalarıyla gerçeği bozuyor.
Bir bardak suya Kuran duası okuyup içen kişilerin batıl inanca sahip olduğunu düşünürken, Japon bilim adamı Emoto’nun, suyla ilgili yaptığı bilimsel çalışmaları görünce, hiç bir şeye önyargılı davranmamayı öğrendim. Suyun bulunduğu bardağa güzel ve kötü sözler yazan Emoto, tespit etmiş ki güzel ifadelerin bulunduğu suyun kristalleri harika bir hal alırken, bardağın üzerine kötü söz yazılmış olan suların kristalleri berbat bir haldeymiş. Heavy metal dinletilen suların kristalleri saçmalamışken, Bach dinletilenler mükemmelmiş. Teknolojinin gün geçtikçe ortaya çıkardığı bir çok “batıl”, aslında meğerse “bilimsel”miş. 
Galatasaray Üniversitesi’nin kuantum fiziği hocası Prof.Dr. Tolga Yarman’la bulduklarımı konuştuğumda, Tolga hoca şunu söylemişti.” Bak, sen şimdi şunu bulmuşsun: İki cisim birbirini enerji aktarımı ile etkiler. Ben öyle bir şey buldum ki, iki cismin birbirini etkilemesi için enerji aktarımına gerek yok.” Hatta, geçtiğimiz yıl Tolga Yarman, ışıktan 4 kat daha hızlı elektromanyetik alan bulmuştu.
Özetle, yukarıda verilen bilgiler, astrolojinin açıklamaya çalıştığı, gezegenler ve yıldızların bizi nasıl etkilediği sorusuna dair bilimsel desteklerdir.  ”Yaratıcı, evreni nasıl idare ediyor? Sorusuna ise şöyle bir cevap buldum: “Yaratıcı evreni, evreni kullanarak, evren üzerinden idare ediyor.
Atilla Başlar

Kaynakça:

Crick, Francis:            “Şaşırtan Varsayım”, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 7.Basım, Mayıs 2000

Gleick, James:             “Kaos”, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 9.Basım, Nisan 2000

Hoopt, Gerard’t:         “Maddenin Son Yapıtaşları” TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 2.Basım, Ekim 2000

Lightman, Alan:         “Yıldızlar Zamanı” TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 10.Basım, Haziran 2000

Ratey, John                 “A User’s Guide to the Brain”,

Ruelle, David:            “Raslantı ve Kaos”, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 14.Basım, Kasım 2000

Osserman, Robert:      “Evrenin Şiiri”, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 2.Basım, Ocak 2001

Weinberg, Steven:      “İlk Üç Dakika” TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 12.Basım, Mayıs 2001